Logo
Bu sayfayı yazdır

OSMANLICA MI? O HANGİ DİL?

OSMANLICA  MI? O HANGİ DİL?

Osmanlıcayı çok insan başka bir dil gibi görüyor. Sanki bir yabancı dil öğrenecekmiş gibi bakıyor Osmanlıca öğrenmeye.  Bu bile tarihimize, kendimize ne kadar yabancı olduğumuza bir örnek değil midir?

Bir insanın dilini bilmesi, kendi ecdadı tarafından yazılmış eserleri okumasından daha tabii ne olabilir ki? Yani bir kişi kütüphaneye gittiğinde 100 yıl, 200 yıl veya 500 yıl önce yazılmış eserleri okumalı ve bu noktada gerekiyorsa eski bilgilerden yola çıkılarak yeni durumlara ve yeni istikametlere imza atılmalıdır. Oysa bizde kimse 100 yıl önceye gidemiyor, hatta bırakın 100 yılı, kullanılan kelimeleri göz önüne alırsak 50 yıl önceki metinler bile artık okunamaz eski metinler olarak düşünülüyor.

Bir dil devrimi yapıldı ama işin bir de şu yönü var. Farz edelim ki bir şekilde yeniden bir devrim yapılsa da birileri de dese ki, “Bizim gerçek dilimiz Köktürkçe, bundan sonra Latin harfleri yasaklanacak ve artık Köktürkçe ile yazılıp okunacak.” Sorarım size acaba bugünkü yazılı metinleri ilmi eserleri, şiirleri ve edebi eserleri 20 yıl sonra kaç kişi okuyup anlayacak. Yani bir anda bu değişimle birlikte binlerce insan cahil statüsüne yükselmeyecek mi? (!) Durum bu iken bazılarının hala Osmanlıcaya karşı olmasını anlamakta zorlanıyorum. (Aslında çok da zorlanmıyorum, zira meselenin eski harflerin kullanılması ile sınırlı olduğunu sanmıyorum.)

Mezar taşları işin bir bölümüdür, kaldı ki gereksiz bir bölümüdür, hani bilinen şekliyle, en azından bir bölümüdür. Yoksa günümüzde yazılı mezar taşlarının hepsini okuduk bitirdik de okuyamadığımız eski mezar taşlarına mı kaldı iş? Tabii ki öyle değil; ama bir nesil en azından dedesinin mezar taşını bile okuyamıyorsa daha neyi okuyabilir ki? İstenen şey aslında herkesin ezbere bildiği bir Yunus şiirini okuyabilmek; Köroğlu, Dadaloğlu türkülerini anlayabilmek. Bu da gayet tabii değil mi?

Kütüphanelerde duran cilt cilt kitaplar bize hiçbir şey ifade etmez, o kadar ki, insanlar İngilizce, Almanca veya Çince bir metni okuyup anlama gereği hissederken Osmanlıcayı öğrenme ihtiyacı hissetmezler, çünkü buna ihtiyaçları olduğunun farkında da değiller.

Bir düşünürün dediği gibi “Neyi kaybettiğini hatırla.” Oysa hatırlamak için önceden bilmek gerekir, biz bilmiyoruz ki kaybettiğimizin kıymetini bilelim, ta ki bulduğumuz zaman göreceğiz aslında elimizde olması gereken ama yıllardır kullanamadığımız gerçek hazineyi. Bir insan nasıl evlatlarından hürmet beklerse, dil de bizden aynı şekilde hürmet bekler, bir dilcinin dediği gibi “Kamus, namustur.”

Bizler önce dilimize yabancı olduk sonra da ceddimize. Dünyanın hiçbir ülkesi, ki Amerika’nın işgali sırasında İspanyolların ve İngilizlerin yaptığı mezalim ortada iken, hala ecdadına laf getirmezken, onları savunurken bizim ecdadımıza sövmemiz ilginç bir durumdur. Çünkü biz tarihimizi bilmemek gibi bir gafletle birlikte, bir de ecdadımızı bize anlatan düşmanlarımızdan dinlemiş ve onların gözleri ile geçmişimize bakmışız. Ortada yazılı tarihi vesikalar dururken başkalarını dinlemeye ne gerek var ki? Zaten her şey meydanda değil mi? Şimdi olması gereken o geçmişi anlatan evraklara ulaşmakta iş. Ama siz çıkar da, geçmişini aramak serbest ama o yazıyı öğrenmek yasak derseniz bu “Büyükada’ya gitmek serbest, ama vasıta kullanmak yasak” demek gibi olur. İnsanlar o evraklara, o tarihe nasıl ulaşacak acaba? Öğrenmediği bir yabancı dille mi?

Naci ÖZDEMİR-Öğretmen
www.www.pekiyi.com

Son DüzenlenmeCumartesi, 06 Aralık 2014 15:30

Son Ekledikleri:

2020 Pekiyi.com